لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ
  Hangi ayna seni sana gösterir?
 

 

Gündelik dilde, tanımak ile bilmek sözcüklerini, aralarındaki farkı pek önemsemeksizin kullanıyoruz. Üstelik bilme ve tanıma kavramlarına —bu iki kavramın özü üzerine düşünmek suretiyle— açıklık kazandırmaya gerek de görmüyoruz.

Aramızda sadece haberleşiyoruz; âdeta el kol işaretleriyle anlaşıyoruz. Düşünmüyoruz; düşünmediğimiz için karşılıklı konuşmayı da beceremiyoruz: konuşamıyoruz yani. Konuşamadığımız için, bir türlü hakkını vermek suretiyle ne kendimizi, ne de birbirimizi bilebiliyor ve/veya tanıyabiliyoruz.

Yanlış anlaşılmamalı. İnsan da diğer hayvanlar kadar kendini bilir ve tanır. Lâkin insan ayrıca bildiğini de bilebilir, tanıdığını da tanıyabilir.

Bu anlamıyla bilmek ve tanımak kendiliğindendir ve kesbî değildir; yani gayretle elde edilmez. Herkes varolduğunu bilir meselâ. Zorunlu olarak, bedihî olarak bilir. Ama bildiğini bilemeyebilir.

Demek ki biz, 'bilme'yi, insanın bildiğini bilmesi, 'tanıma'yı ise tanıdığını tanıması (tanıdığının bilincinde olması) anlamında kullanmış oluyoruz.

Biraz durup düşünelim bakalım: Bildiğimizi biliyor muyuz, tanıdığımızı tanıyor muyuz? Ne kadar biliyor veya tanıyoruz?

Sanki bilmek ve tanımak çok kolaymış gibi soruyorum değil mi? Fazla ukalâca bir soru bu!

Haklısınız, gerçekten de çok ukalâca! O hâlde hemen kendime geliyor, birlikte ve adım adım yürümek amacıyla sormak zorunda kaldığım bu soruyu değiştiriyorum:

— Bilmediğimizi biliyor muyuz? Tanımadığımızı tanıyor muyuz? Hissetmediğimizi hissediyor muyuz?

Bilmediğini bilmek, bildiğini bilmekten daha mı kolay? Hiç şüphesiz öyle. Kişinin nefsini tanıması, kendini tanıması demek. 'Ben' diye işaret ettiğimiz kendimizi/kendiliğimizi tanımak...

Nedir, ben ben dediğimiz şu ben?

                                    dücane cündioğlu

 
  byeylemzayi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol