لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ
  Davette İlk Adım
 

Davette İlk Adım
 
     
"Ey Peygamber Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. ALLAH seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ALLAH kâfir olan bir topluluğu hidayete erdirmez.
       De ki: Ey kitab ehli Tevrat'ı, İncil'i, ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir-şey üzerinde değilsiniz. Andolsun Rabbinden sana indirilen onlardan çoğunun azgınlıklarını ve inkarlarını artıracaktır. Sende kafirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma." (Maide Sûresi, 5/67-68)


       Bu; Resulullah'a Rabbi tarafından, kendisine indirilen mesajı tam olarak duyurması ve bunu tebliğ ederken hiçbir endişeye, sıkıntıya kapılmaması için kesin bir emirdir. Bu kadar açık ve bu kadar kesin ...
       Yoksa tebliğ görevini yapmamış risalet vazifesini yerine getirmemiş olur. Onu insanlara karşı muhafaza edip koruyacakta ALLAH'tır. Koruyucu olan ALLAH'a karşı, kendileri korunmaya muhtaç olan, zavallı insanlar ne yapabilir ki...?
      İtikada ilişkin doğru söz kekelenerek söylenmemeli, kem küm edilmemelidir. Tersine açık açık, dobra dobra söylenmelidir. Düşmanlar ne söylerse söylesinler. Ne dilerse onu yapsınlar. İtikad konusunda söylenecek hak söz insanların hevalarına ve arzularına göre belirlenmez. İnsanların istek ve durumları gözetilmez. Gözetilmesi gereken tek husus, tek hakikat, onu kalblere işlemek ve etkili hale gelinceye dek haykırmaktır.
       İnanca ilişkin hak söz bu şekilde haykırılınca hidayete meyilli olan kalblerin en ücra köşelerine kadar işler. Şayet hak söz evelenip gevelendiği, kem küm ederek anlatılmaya çalışıldığı zaman iman etme kabiliyeti olmayan kalbler yumuşamaz. Oysa kimi zamanlarda İslam davetçisi gerçeği yumuşatarak, hakikatleri süsleyerek, bu iman etme kabiliyeti olmayan kalblerden iyi bir karşılık alabileceğini umar.


ALLAH KAFİRLERİ DOĞRU YOLA İLETMEZ


       Demek ki, hak söz kesin söylenmelidir. Ağızda evirip çevirmeden eksiksiz ve kapsamlı anlatılmalıdır. ALLAH'ın (c.c) yolunda olma veya ondan yüz çevirmek hususunda kalblerin ona karşı kabul edip etmemelerine, hâk sözü içlerinde sindirmeye yetenekli olup olmamalarına bağlıdır. Yoksa hak sözün lehinde veya aleyhinde takınılacak yumuşamalara veya yağcılığa bağlı değlidir.
       İtikad hususlarında bu sözü söylerken mertçe haykırmak sertlik ve kabalık ifade etmez. ALLAH (c.c.), Resulüne, Yaratanın yoluna çağırırken, onları düşündüren, etkileyen, öğüt veren bir lisan kullanmasını emrediyor. Kur'an-ı Kerim'in hikmet ve güzel sözle davet eden ayetleri arasında bir ayrılık ve çatışma yoktur. Gerçeği söylerken açık ve net bir şekilde söylemekle, insanları etkileyici bir üslup kullanmak birbirleriyle alakası olmayan şeyler değildir. Çünkü tebliğ etme anında izlenecek yol ve metod ayrı, tebliğin içeriği ve konusu ayrı şeylerdir. Burada anlatılmak istenen mesele inanca ilişkin hak sözü söylerken uzlaşmacı bir tutum takınmamak, ve orta yolu bulmamaktır. Peşkeşlik çekmek gibi bir durum söz konusu değildir. İnançla ilgili gerçekler nettir, ve uzlaşmacılığa elverişli değildir.
       ALLAH Rasülü (s.a.v.) tebliğ davetini yaparken her zaman etkileyici, güzel sözler söylemiş, insanlara öğüt verici bir lisan kullanmıştır. Fakat inanç konularında açık ve net bir dil kullanmıştır.


       
"Deki Ey kafirler ben sizin taptığınız ilahlara tapmam." (Kâfirûn Sûresi, 109/1) diye ALLAH (c.c.) tarafından vahyedilmiştir.


       İşte ALLAH Rasulü inaçla ilgili konularda tavrını bu şekilde net bir biçimde ortaya koymuştur. Daha işin başında onlara davayı anlatmak için yarım yarım bildirmiyor, onların yağcılıklarına tenezzül etmiyordu. Onlara:


       "Eğer gittiğiniz yolda ufak tefek bazı onarımlar yaparsanız aramızda herhangi bir mesele kalmaz" demiyordu.


       Aksine onların yolunun eğri olduğunu, sonunun batıla dayandığını, asıl gidilmesi gereken yolun hak yol olduğunu ve bunu da kendisinin temsil ettiğini söylüyordu. Başka bir ifadeyle gerçeği söylerken, hak kelimesini olduğu gibi açık bir şekilde yücelterek haykırıyordu.  Fakat tüm bunları yaparken sertlik ve kırıcı bir üslup kullanmamaya özen gösteriyordu. İşte bu sürede anlatılmak istenen ilahi emir budur.


     
"Ey peygamber, Rabbin tarafından sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapamayacak olursan O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. ALLAH seni insanlardan koruyacaktır. ALLAH kafirleri doğru yola iletmez."


       Ayeti kerimeyi incelediğimizde; ayetin öncesi ve sonrasıyla gösteriyor ki, gaye Kitab Ehli'ne inançlarının gerçek durumlarıyla hak ettikleri sıfatın ne olduğunu açıkça ilan etmektir. Din, iman, inanç bakımından boşlukta olduklarını yüzlerine vurmaktır. Çünkü Kitab ehli olanlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rableri tarafından indirilmiş olan Kur'an'ı, kabul edip gerçek yaşamlarında uygulamamaktaydılar. Bunun içindir ki, onların belirli bir inanca, herhangi bir dine mensup olduklarını söylemeleri bir iddiadan başka birşey değildir.


     
"De ki! "Ey kitap ehli, sizler Tevrat'a, İncil'e ve Rabbiniz tarafından size indirilen Kur'an'a gereği gibi uymadıkça boşluktasınız, hiçbir temele dayanmış değilsiniz."

       Peygamberimiz Kitap Ehli'nin din, itikat ve inanç sistemi bakımından bir temele dayanmadıklarını açıkça yüzlerine vurmakla görevlendiriliyor. Peygamberimiz (s.a.v) onlara açık bir şekilde cevap verirken, onlar kendi kutsal kitaplarını okuyorlar, kendilerine yahudilik ve hristiyanlık etiketi takınarak "Mü'min" kimseler olduklarını iddia ediyorlardı. Lakin Peygamberimizin (s.a.v.) yüzlerine vurmakla yükümlü olduğu tebliğ vazifesi onların kendilerine yakıştırdıktan sıfatların hiçbirine sahip olmadıklarını belirtmek hususundaydı. Çünkü "din" dille söylenen bir takım kuru sözler, okunup aktarılan kitaplar, atadan evlada geçen miras veya birtakım sıfatlar ve etiketler değildir.  "Din" bir yaşam biçimi ve hayat tarzıdır.  "Din" kalplerde yerleşmiş inancı vicdanlarda gizlenen iman duygularını ve hayatın tüm yönlerine yansıyan bir uygulama çabasını içeren ve bütün bunları kapsayan bir hayat sistemi ve yaşam biçimidir.
       Bundan dolayıdır ki, Peygamberimizin kitap ehlinin, dini böyle kurallar üzerine bina etmediklerini, boşlukta olduklarını yüzlerine haykırması gayet tabidir. Tevrat'a, İncil'e ve onlara Rabbleri tarafından indirilen diğer mesajlara uymanın ilk şartı; Kitap Ehli'nin Rasulullah (s.a.v.) tarafından getirilen, ALLAH'ın dinine girmeleriydi. Çünkü ALLAH (c.c.), onlardan, bütün peygamberlere inanacakları ve onları destekleyecekleri hususunda söz almıştı. Peygamberimiz (s.a.v) ile kavminin vasıfları hem Tevrat'ta hem de İncil'de açıkça bildirilmişti. Bu gerçeği ALLAH-u Teala haber veriyordu.
       Buna göre Ehli Kitap "Tevrat'a, İncil'e ve Rableri tarafından indirilmiş olan diğer mesajlara gereği gibi uymamış" oluyorlardı. ALLAH-u Taala'nın Rableri tarafından kendilerine indirilenleri ayet-i kerimesindeki asıl amaç, bazı tefsir bilginlerinin dedikleri gibi ister Kur'an-ı Kerim olsun, isterse Davud (a.s)'a indirilen Zebur gibi, daha önceden indirilen kutsal kitaplar olsun, değişen bir şey yoktur. Her iki durumda da onlar, ellerindeki kutsal kitabı onaylayan bu yeni dini kabul etmedikçe, "Tevrat'a İncil'e ve Rableri tarafından indirilen diğer mesajlara" gereği gibi uymuş olmayacaklardır. Ehli kitab bu son dine girmedikçe bizzat yüce ALLAH'ın şahitliği ile temelsiz isnatsız kalacaklardır. Peygamberimiz onlara içinde bulundukları kendi durumlarını bildiren, bu ilahi kararı yüzlerine vurmakla gerçek tutumlarını ve vasıflarını açıklayan bu hakikati net bir dille tebliğ etmekle mükellef kılınmıştı. Aksi takdirde, Rabbinin gönderdiği risalet vazifesini yerine getirmemiş sayılacaktır.


       Aman ALLAHım! Bu ne büyük bir tehdit.


       ALLAH'u Teala onların bu hak sözle karşılaşınca inatlarının, azgınlıklarının, kafirliklerinin artacağını biliyordu. Fakat ALLAH Teala'nın bu bilgisi Rasulü'ne, bu gerçeği yüzlerine vurmasını emretmesine engel olmuyordu. Ayrıca Ehl'i Kitab'ın bu gerçeği öğrendikten sonra ilahi çağrıya kulak asmamaları, katmerleşecek olan kafirliklerinin artması, sapıklıkları, zulüm ve dalalet içinde olmaları sebebiyle ALLAH Rasulüne, dokunacak kötülüklerden çekinmemesi, korkmaması ve üzülmemesi telkin ediliyor. Çünkü Yüce ALLAH'ın hikmeti icabı, hak olan sözün mertçe haykırılmasını ve insanların vicdanlarını etkileme şansına kavuşturulmasını gerektiriyor. Bundan sonra hak yola giren veya dalalete düşenler bir delile dayanarak yollarını çizerler Yüce ALLAH Enfal sûresi 42. Ayeti kerimesinde belirttiği gibi:


       
"ALLAH, yapılması gereken bir işi yerine getirmek için yok olacak olan açık delil ile yok olsun, yaşayacak olan da açık delille yaşasın." diye vahyetmiştir.


       "ALLAH tarafından sana indirilen ayetler, onların çoğunun kafirliğini ve azgınlığını artıracaktır. Fakat sen kafirler için üzülme."


       Yüce ALLAH bu hak sözüyle davetçilere bir uyarı yaparak dava adamının uygulayacağı yöntemin, planını çiziyor, onlara bu yöntemin kapsadığı hikmeti anlatıyor. Onlara hak söz karşısında sinirlenerek, kafirliklerinin ve azgınlıklarının dozunu artıracak olması sebebiyle onların içine düştükleri durumdan dolayı üzülmemesi gerektiğini telkin ediyordu. Hak söz onlara duyurulduğu zaman onların azgınlık ve inkarları daha çok arttığından onlar kötü akibete doğru hak kazanıyorlardı. Çünkü kalpleri doğru söze karşı hayır ve sadakatten yoksundu. Buna göre bu kalpleri doğru sözle karşılaştırmak Yüce ALLAH'ın bir hikmeti idi. Kalplerde bulunan açık ve gizli şeylerin ortaya dökülmesi, kafirlik ve azgınlığın meydana çıkması onların hak edeceği cezaya çarpılmaları içindi.
       Şimdi tüm bu açıklamalarla ve Resulullah'ın mükellef kılındığı tebliğ vazifesinin ışığı altında, müslümanlarla Ehli Kitap arasındaki dostluk, yardımlaşma, işbirliği meselesine baktığımızda ne bulacağız?
       Acaba ne görüyoruz?
       Göreceğiz ki; Yüce ALLAH "Tevrat'a, İncil'e ve rableri tarafından indirilen diğer kitaplara" gereği gibi uymadıkça, bunun sonucu olarak bu son dine girmedikçe, yahudi ve hristiyanların hiçbir esasa dayanmadıklarını anlatıyor. Onlar Yüce ALLAH tarafından böyle görünüyor ve Kur'anın birçok ayetlerinde ALLAH'a, peygamberine inanmaya davet ediliyorlar.
       Demek ki onlar "ALLAH'ın peygamberine inanmaya" davet ediliyorlar.  Demek ki onlar "ALLAH'ın dini" içerisinde değiller ve ALLAH'ın kabul ettiği "din sahibi" değiller.
       Gördüğümüz bir başka konu da Yüce ALLAH bu gerçeği onların yüzüne vurmakla onları daha çok kafirliğe ve azgınlığa iteceğini biliyordu. Onların bu azgınlık ve kafirlik sonucu çırpınmaları neticesinde, onlardan korkmamasını, onlar için üzüntüye kapılmamasını peygamberimize bildiriyordu. Hak olan gerçeği hiç çekinmeden yüzlerine vurmasını emrediyordu.
       Şayet biz ALLAH'ın sözünü son söz olarak kabul , edersek -ki hakikatte aynen böyledir- yahudi ve hristiyanların bir din üzere olduğunu kabul etmemizin hiçbir gerekçesi yoktur. Durum böyle olunca kimi aldanmış ve aldatıcıların iddia ettikleri gibi "müslüman"ın imansız ve komünistlere karşı mücadele verirken yardımlaşabileceği onlarla işbirliği yapılabileceği hususuna yer bile kalmaz.
       Çünkü Yüce ALLAH onlar "Tevrat'a, İncil'e ve Rableri tarafından indirilen diğer kitaplara" inanmadıkları için onları şu veya bu şekilde bir inancın sahibi saysın. Müslüman yüce ALLAH'ın istediği ve onun emrettiği şekilde başka birşeyi kabul edemez ve yapamaz ki.
       
     
"Bununla beraber ALLAH ve Rasulü bir işe karar verdiği zaman, gerek inanan bir erkeğin ve gerek inanan bir kadının kendilerine ait bir işte tercih hakları olamaz. Her kim ALLAH ve peygamberine asi olursa açık bir sapıklık etmiş olur." (Ahzab Sûresi, 33/36)

       İşte bundan dolayıdır ki yüce ALLAH'ın söylediği sözü, son söz olarak kabul edersek -ki hakikatte aynen böyledir- tüm bu gerçekleri yahudi ve hristiyanların yüzlerine vururken onların kızacağını, bize karşı yaptıkları mücadelenin artacağını hesap etmemiz gerekir ki bu asla doğru değildir. Tüm bu tehlikeleri önlemek amacıyla ve onların dostluğunu kazanmak maksadıyla "Sizin dininiz doğru bir dindir, biz sizin dininizi tastikliyoruz, gelin elele verelim de hem sizin dininizi hem de bizim dinimizi düşman olan imansızlara karşı savunalım" diye bir teklifte bulunamayız. Çünkü ALLAH'ın tek kabul ettiği dinimizi müdafaa ederken, onların dinini de müdafa etmememiz gerekir. Onların dini ile kendi dinimizi eşdeğer tutamayız.
       Şüphesiz ki, Yüce ALLAH bize böyle birşey bildirmiyor ve bizi böyle bir yöne sevketmiyor. Hatta bizim böyle bir şeyi onaylamamızı, böyle bir ortaklık ve işbirliğine kalkışmamızı ve bu şekilde yapacağımız itirazları kabule şayan görmüyor. Eğer böyle birşeye başvurursak, Yüce ALLAH'ın emrettiği yoldan başka bir yolu tercih edersek, yahudi ve hristiyanların sapık olan dinlerini "İlahi bir din" olarak tanıyarak onlarla "ilahi din" bazında ortak olduğumuzu söylemiş oluruz. Oysa yüce ALLAH "Tevrat'a, İncil'e ve rableri tarafından indirilen diğer kitablara" uymadıkça, hak olan sözü söylemedikçe hiçbir esasa dayanmış sayılamayacaklarını söylüyor. İşte yahudi ve hristiyanlar da bunların hiçbirisini yapmıyor ve ALLAH'ın hak sözüne kulak asmıyorlar.
       İşte kendilerine müslüman sıfatını takıpta, ALLAH'ın indirdiği ile hükmetmeyenler de Ehli kitap gibi hiçbir delile / senede dayanmamaktadırlar. Onlar da inanç bakımından boşluktadırlar. Gerçeklik temelinden yoksundurlar.
       Yüce ALLAH'ın yukarıdaki sözü kitaplarının hükümlerini benliklerinde ve hayatlarında uygulamaya koymayan bütün kutsal kitap taraftarları için geçerlidir.
       Müslüman olmak isteyen kimse, Yüce ALLAH'ın kitabını benliğinde ve hayatında uygulamaya koyduktan sonra bu kitabı uygulama dışı tutanlara karşı, bu kitabın hükümlerine uymadıkça herhangi bir dine bağlı olduklarını veya dindar oldukları şeklindeki iddialarının bizzat o dinin Rabbi tarafından reddedildiğini açıkça söylemek ve anlatmakla görevlidir. Bu konuda net bir tavır ortaya koymak, ve net davranmak mecburiyetindir.
       ALLAH'ın kitabını günlük hayatından yaşayan müslümanın, bundan sonraki görevi ilahi kitaba yüzçevirmiş kişileri yeni baştan "İslama" davet etmektir.
       Hangi milletten olursa olsun, hangi zamanda yaşarsa yaşasın kişinin dil ile müslüman olduğunu söylemesi, mirasçı bir mantıkla atadan gelme müslümanlık davasında bulunması kişiye hiçbir şey kazandırmaz, imanını artırmaz. Böyle bir kimse yüce ALLAH'ın dinine bağlılık sıfatı kazanamaz.
       İşte gerek müslüman olduklarını iddia edenler, gerekse yahudi ve hristiyanlar ne zaman Yüce ALLAH'ın dinine girer, onu nefislerinde ve pratik hayatlarında yaşatırlarsa, işte o zaman "müslümanlar" ın hem dine hem de dindarlara karşı ortaya çıkan tehlikelere karşı işbirliği yapabilir. Yardımlaşma ve dostluk kurabilir. Ancak bu orta noktada buluşmadan önce böylesine bir yardımlaşma mesnetsiz bir adım, aldanmış ve aldatıcıların iddia ettikleri, yutturmaya çalıştıkları boş bir kandırmacadır.
       Kuşkusuz yüce ALLAH'ın dini ne bir bayrak, ne içi boş bir söz, ne de atalardan miras değildir.
       ALLAH'ın dini, gönüllere yansıyan bir akide, kalpleri donatan bir inanç sistemi, hayata hakim olan bir yaşayış biçimi, sosyal düzende somutlaşan bir gerçektir.    
     İnsanlar bu çok yönlü yaşam biçimini kendi nefislerinde ve pratik hayatlarında bizzat ortaya çıkarmadıkça gerçekte ALLAH'ın dininde olduklarını söyleyemezler. Böyle bir durum dışındaki her görüş ve yaşam biçimi, vicdanları aldatmak, akideyi cıvıklaştırmak, gönül avutmaktan başka birşey değildir. "Müslüman" olan kimse de böyle bir girişime, aldatmacaya asla kalkışmaz.
       Her gerçek "müslüman" bu hakikati alanen haykırmalı, insanlar arasındaki münasebetini buna göre yapmalıdır. Bunun sonucunda doğacak zararları asla düşünmemelidir. Çünkü onun asıl koruycusu ALLAH'tır. Ve ALLAH:


Kafirleri doğru yola iletmez


       
Her İslam davetçisi, davet görevini yerine getirirken davanın hakikatini, insanları benimsemeye çağırdığı gerçeği bütün yönleriyle ilan etmedikçe, taviz vermeden, herhangi bir orta yolu bulmaya uğraşmadan anlatmadıkça, ALLAH'ın kendisine verdiği tebliğ vazifesini yapmamış olur. Çünkü orta yol hak sözü söylemeleridir.
       Eğer davetçi insanlara zarar dokundurmaktan kaçmıyor ve onlara faydalı bir şeyler yapmak istiyorsa üzerinde bulundukları yolun batıl olduğunu, inanç sistemi bakımından boşlukta olduklarını, hayatlarına yansıttıkları yargının aşılmaz olduğunu açık bir şekilde ifade etmelidir. Ayrıca davetçi insanları şimdiki yaşayışlarından tamamen farklı olan bir dine, köklü bir değişikliğe çağırdığını açıkça peşinen anlatmalıdır. İnsanlar dava adamının yanında takındıkları tavrın, davetçinin çağırdığı dinin, benimsemeye çağrıldıkları gerçeğin boyutunu net olarak bilmelidirler. Ta ki bu bilginin kaynağının ALLAH'ın Enfal suresi 42. ayeti kerimesinde belirttiği gibi:



      "ALLAH yapılması gereken bir işi yerine getirmek için yok olacak olan açık delille yok olsun, yaşayacak olan da açık delille yaşasın"
olduğunu bilsin.


       Bazı davetçiler, insanlara tebliğ vazifesini ifa ederken, kimi zaman lafı ağızlarında dolaştırıp, insanların yaşadığı pratik hayatla, batıl arasındaki esaslı farkı, savundukları gerçek ile karşısındakilerin uyduğu eğrinin arasındaki uçurumu açıklamaktan kaçınırlar.
       Söz konusu daveti yapan dava adamları ya içinde bulundukları özel konumları itibarıyla, ya da düşüncelerini, ideallerini, hayatlarını dolduran pratik olaylardan çekinerek tavizci olup, bir orta yol ararlar.
       Lakin bilmelidirler ki, böyle yapmakla o insanlara en büyük kötülüğü yapmış, onları zarara uğratmış olurlar. Çünkü onlara, istenen şeyin gerçeğini anlatamazlar. Bunun ötesinde de Yüce ALLAH'ın kendilerini duyurmakla görevlendirdiği gerçekleri insanlara duyurmamış olurlar.
       İnsanları Yüce ALLAH'a çağırırken, takındıkları yumuşak tutum, davetçinin tebliğ yaparken kullanacağı üslup tebliğ etmekle mükellef olduğu gerçekler üzerinde değildir.
       Hakikatler insanlara olduğu gibi, hiçbir sansüre gerek duymadan anlatılmalıdır. Tebliğ yapılırken takınılacak tutum temelde etkili, tatlı ve öğüt verici olmayı gerektirir. Ayrıca tebliğ, bulunan ortamın konumuna, zamanın özel şartlarına uyarlanarak yürütülür. Bu da hikmet ve güzel söz kaidesine dayanır.
       Bugün içimizden bazı kimseler dünyaya bakınca yahudiler ile hristiyanlarm sayıca kalabalık, maddi bakımdan üstün olduklarını, putperest toplumların yüzlere, milyonlara vardıklarını, onların da devletler arasındaki ilişkilerde söz sahibi olduklarını görüyorlar. Bütün bunlardan sonra "müslüman" olduklarını söyleyenler ne sayıca kalabalık, ne maddi bakımdan zengin, ne devletler arasında üstün ilişkileri var, ne de teknolojileri ileri derecede. Ellerinden hiçbir şey gelmiyor. Fakat tüm bu insanlar Yüce ALLAH'ın kendilerine indirmiş olduğu kitabın hükümlerini tam manasıyla yaşamıyorlar. Bu yüzden şu sapık insanlığın karşısına geçip de kesin ve baki olan gerçeği yüzlerine haykırmaya korkuyorlar. Bütün insanlığa yanlış yolda olduklarını, boş inançlar peşinden gittiklerini, hiçbir temele dayanmadıklarını anlatmanın, arkasından da "hak dini" ni anlatmaya yanaşmanın, evet böyle bir şeyin zaruri olmadığını zannediyorlar. Davetçiler bu insanları gözlerinde çok büyütüyor, bu yolunu yitirmiş sapık insanların tümüne kati ve kesin bir hak söz ile karşı koymayı çok zor buluyorlar.
       Aslında takib edilecek olan yol bu değildir. Cahiliye yeryüzünün her tarafını kuşatsa da yine cahiliyedir. insanların yaşantıları ALLAH'ın dinine dayanmadıkça boştur ve asılsızdır.
       Davetçinin görevi her zaman aynıdır. Bu davet görevini ne sapıkların fazlalığı, ne de batılın kalabalık oluşu ilgilendirmez. Çünkü batıl bir çöp yığınından başka birşey değildir. Bu dava nasıl ilk defa tüm yeryüzü halkına inanç ve hayat açısından bir hiç olduklarını haykırarak işe başladıysa, bugün de aynı şekilde ortalığı çınlatmaya devam etmelidir. Çünkü zaman Resulullah'ın zamanıyla aynıdır. ALLAH o gün Resulü'ne nasıl hitap ettiyse, şimdi de aynı şekilde davetçilerine sesleniyor.



       "Ey peygamber, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı insanlara duyur. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. ALLAH seni insanlardan korur. ALLAH kafirleri doğru yola iletmez."
       
       "De ki "Ey Kitab Ehli, sizler Tevrat'a, İncil'e ve Rabbiniz tarafından size indirilen Kur'an'a gereği gibi uymadıkça boşluktasınız, hiçbir temele dayanıyor değilsiniz." (Maide 68)

 
  byeylemzayi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol