لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ
  CAHİLİYYE
 

CAHİLİYYE   

 Önce kelime üzerinde duralım. Arapça bir kelime olup müfredi cahili'dir(1) Lûgatta "bilgisizlik mânâsına gelir, ilmin zıddıdır. Beyinsizliği ve hamakatı da içine alır. Genellikle İslâm'ın hâkim olmasından önceki hayatı içine alır"(2) ifadesine rastlarız.

Istılâh olarak: "Allah (cc)'ın indirdiği hükümleri ve bilgileri kabul etmeyip (bunlar yerine) insanlar tarafından konulan hükümlere, düşüncelere ve sistemlere iman etmektir." Kur'ân-ı Kerim'de genellikle, bu anlamda yer almıştır. Nitekim; "Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü arzu ediyorlar? Şüphesiz sâlih bir kanaate sahip olanlar için, hükmü Allahû Teâla (cc)'dan güzel olan kim olabilir?"(3) buyurulmuştur.

Dikkat edilirse bu âyet-i kerime'de, iki hüküm ve bu hükümlerin mahiyetleri izah buyurulmaktadır. İnsanlar ya cahiliye hükmüne, ya da Allah (cc)'ın hükmüne boyun eğeceklerdir. Bu iki hükmün dışında, herhangi bir hükümden söz etmek imkansızdır "helâl" ve "haram" hududlarını dikkate alamayan bütün sistemler, "cahili sermayeye" dayanmak durumundadır. İnsanları; Allahû Teâla (cc)'nın dinine göre eğitmeyen bütün eğitim sistemleri de "cahili eğitim" durumundadır.

Sünen-i Nesei'de; "Babû Tefsiri Hicre" babında Câbir b. Zeyd'den rivayet edilen bir hadis-i şerif meselemize ışık tutmaktadır. Burada İbn-i Abbas (ra)'ın, hicretten önce Medine'nin dâru'ş-şirk durumunda olduğunu ve Akabe bey'atını izah ettiğini biliyoruz(4) imam-ı Serahsi'nin, hicretten önce Mekke'nin durumunu izah·ederken: "Mekke, İslâm hükümlerini uygulanmadığı bir dâru'ş-sirk idi."(5) hükmünü dikkate alırsak, cahiliyyenin zıddının İslâm olduğunu kavramamız kolaylaşır.

Cahiliyye kavramı, hakka ve hakikate dayanmayan her türlü itikadi ve amelî unsurları içine alan bir kavramdır. Şimdi cahiliyye devrinin kanunları üzerinde duralım. Niçin "cahiliyye devrinin adâlet ve hukuk sistemi" demiyoruz? buradaki incelik şudur: Adâlet ve hukuk kelimeleri, İslâmî birer ıstılâhtır. Adâlet, Allahu Teâla nın (cc) emrine uygun şekilde amel etmektir. Buna riayet eden müslümana âdil, riayet etmeyene de fâsık denilir. Hukuk ise, hak kelimesinin çoğuludur ve lûgat mânası, bâtılın zıddıdır. Kanun mefhumu, İslâmî bir ıstılâh değildir. Cahiliyye devrinin kanunları, bâtıl şeriattan çıkarılmış birer kuraldan ibarettir.

Cahiliyye devrinde gerek bedevî (göçebe), gerekse medenî (şehirli) hayat yaşayan Araplar arasında, yazılı metne dayanan bir kanun sistemi yoktur. Bu devirde Arap Yarımadası'nın her tarafında değişik kanunlar yürürlüktedir. Yemen bölgesinde kanunlar, hükümdarların emirleri ile sınırlıdır(6). Kuzeyde, Suriye ve Filistin çevresinde Roma Kanunları tatbik edilmiştir(7). Doğu ve Kuzey-doğu bölgelerinde ise Zerdüşt dini tesirindeki Sasani Kanunları mevcuttur. Öte yandan bu bölgede bulunan Hıristiyanlar, beşerî münasebetlerinde Roma Kanunları ile karışık kilise örf ve âdetlerini esas almışlardır. Hicaz bölgesine gelince, bu bölgedeki Yahudiler Tevrat ve şerhi Talmut hükümleriyle hareket etmişler, onlarla ihtilat halinde bulunan Araplar da Yahudi kanunlarına bağlı kalmışlardır(8).

Yazılı olmayan ve bir usûle dayanmayan cahiliyye kanunları, atalarından gelen örf ve âdete istinat etmektedir(9). Nitekim, Mekke şehir devletinin kanunî müeyyideleri yazılı değildir. Tamamen örf ve âdete dayanan bir kanun devleti söz konusudur. Mekke de yaşayan bütün kabile ve aşiretleri bağlayıcı kanunların, Dâru'n-Nedve adı verilen ve Kâbe'nin tam karşısında bulunan meclisten çıkarıldığı sabittir. Bu meclisin üyeleri, kırk yaşını doldurmuş ve kabilelerinin tasvibini almış kimselerden oluşuyordu.

Her kabilenin bir tâgûtu vardı. Dâru'n-Nedve meclisinin ilk başkanı Kusayr, ondan sonra yerine geçen oğlu Abdü'dDar'dır(10). Cahiliyye devrinin siyasî rejimi, kabile ve aşiret esasına dayanan ilkel bir demokrasidir. Örf ve âdete dayanan kanunî müeyyideleri uygulama yetkisi tâgût denilen kabile reisine bırakılmıştır(11).

Cahiliyye devrinde, ceza kanunları intikam esasına dayanmaktadır. Adam öldürme suçu, umumiyetle kan dâvalarını gündeme getirmiştir. Ölenin velisinin, öldürenden intikam almaya kalkışması ile başlayan fesad,·çoğu zaman kabileler arası savaşa dönüşmüştür. Bununla beraber, kasıtsız adam öldürmede başvurulan tatbikat, diyet usûlüdür(12). Eğer katil bulunamazsa, maktulün velisinin isteği üzerine kasame usûlüne başvurulur. Bu usûl, maktulün bulunduğu yer ahalisinden elli kişinin maktulü öldürmediklerine, öldüreni bilmediklerine dair yemin etmeleridir(13).

Bazı kaynaklarda, cahiliyye döneminde Zu'1-Mecasidi l-Yeşkûri isimli birisinin, mirastan kız çocuğuna, erkek çocuğuna verdiği hissenin yansı kadar hisse verdiği belirtilmektedir(14). Aynca cahiliyye döneminde Kureyşliler, hırsızlık yapanın elini kestikleri ve yol kesenleri astıkları zikredilmektedir(15). Bu haberler, bizi önemli bir mesele ile karşı karşıya getirmektedir. Acaba daha önce zikrettiğimiz cahiliyye devrindeki diyet ve kasame uygulaması veya hırsızın elini kesme cezası münferit vak'alar mıdır? Yoksa örfî kanuna dahil bir tatbikat mıdır? Bir başka ifadeyle Allahu Teâla nın (cc) kitabı ve Hz. Peygamber'in (sav) tatbikatı ile teşri edilmiş olan(16) miras ve ceza hukukuna ait bu hükümleri, İslâm ibka mı etmiştir? Eğer ibka etti ise bunun kaynağı nedir?İslâm ahkâmına uygun olan (sözkonusu tatbikatlar) cahiliyye devrinde meydana gelen münferid hadiselerdir. Kitabu'lMuhabber'de miras tatbikatıyla ilgili haber; "Cahiliyyede kız çocuğuna ilk defa miras veren... ilk defa kız çocuğuna bir, erkeğe iki hisse takdir eden kimse..." şeklindedir. Bu ifadelerdeki "ilk defa" kaydı, üzerinde durulan miras tatbikatının dana öncelerden gelen köklü bir tatbikat olmadığını gösterir.

Diğer taraftan Sahih-i Buhari de İbn-i Abbas'tan şöyle bir rivayet vardır: "Öteden beri, ölenin malı erkek çocuğun olur ve vasiyet ana-babaya yapılırdı. Allah bu tatbikatı, iradesine uygun bir şekilde neshetti. Erkek evlada kıza verilen hissenin iki katını... takdir etti." (17) İbn-i Abbas'ın bu haberi, Kitabu'l-Muhabber'de verilen malûmatı cerh etmektedir. Zira nesh, mutlak mânâda bir hükmün yürürlükten kaldırılıp yerine yeni bir hüküm getirilmesidir. Dikkat edilirse İbn-i Abbas, "Allahu Teâlâ (cc) bu tatbikatı, iradesine uygun bir şekilde neshetti. Erkek evlada kıza verilen hissenin iki katını takdir etti." demiştir.

O halde cahiliyye devrinde, İslâmî hükme uygun olan tatbikat, münferit bir vakıa olarak kalır ve İslâm dininin bunları ibka etmesi diye bir şey sözkonusu olamaz.

Nitekim Ebu Ca'feri't-Tahâvî: "Bir miras, İslâm'dan önceki devirde İslâmî hükümlere uygun olarak taksim edilmiş veya hırsızlık yapan bir kimseye âynı şekilde İslâmî esaslara uygun ceza verilmişse, mahiyeti itibariyle aynı bile olsalar, bunlar İslâmî hükümlere dahil edilemezler. Çünkü teşri kaynakları farklıdır." (18) diyerek bir inceliğe işaret etmiştir.

Dolayısıyla "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesine göre teşekkül eden meclislerin çıkardığı kanunları, İslâmî bir hüküm olarak değerlendiremeyiz. Cahiliyye kavramının, bu mahiyet içerisinde değerlendirilmesi gerekir.

KAYNAKLAR

(1) İslâm Ansiklopedisi, İst.1977, c. II, sh.11 ("Cahiliyye" mad.)

(2) el-Bustanî, Mıiııcidi!'t-TııNah, Beyrut I974. ( 18 bsm.) sh. 97.

(3) Mâide sûresi: 50.

(4) Sünen-i Neseî, İst.1401, Çağrı Yayını. c. VII, sh. 144-145, (Kitabu'1 Bey'a-13, Babû Tefsiri'1 Hicre).

(5) İmam-ı. Serahsî, el-Mebsut, Beyrut, D. İhya Neşri, c. XIV, sh. 57.

(6) Prof.Dr. N. Çağatay, İslâm Oncesi Arap Tarihi ve Cahiliyye Çağı, sh. 28.

(7) İslâm Ansiklopdesi, c. IV, sh. 615 (Fuat Köprülü, "fıkıh" mad.)

(8) Ahmed Emin, Fecru'l-%slâm, Beyrut 1969, sh. 227.

(9) Prof. Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Ç'ıkışı, Ankara 1963, sh.17.

(10) Mustafa Çelik, Cahiliyye Düıeninin Ruh Haritası, sh. 32-33.

(11) İbn-i Kayyım, İ'lâmu'I-Muvakkîn, Kahire 1955, c. I, sh. 52. Aynca Dr. H. İbrahim Hasan, Tarihu'l-İslâm, Kahire 1974, 8. bsm., c. I, sh. 51.

( 12) Ahmed Emin, a.g.e., sh. 225-226.

(13) İmam-ı Nevevî, Şerhu Müslim, Kahire ty. e. IV, sh. 227.

(14) İbn-i Habib, Kitabu'l-Muhabber, Beyrut ty., sh. 324.

(15) İmam-ı Kurtubî, el-Câmü li Ahkâmi'I-Kur'ân, Kahire 1967, c. VI, sh. 160.Ayrıca, İbn-i Habib, a.g.e., sh. 327, 328.

(16) Nisa sûresi:11; Maide sûresi: 38; Sahih-i Buharî, K. Hudud, c. VIII, sh. 15-16; Sahih-i Müslim, K. Hudud; Sünen-i Tirmizî, K. Tahâre 110:/272 r. 145; İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. II, sh.177.

(17) İbn-i Haceri`1-Askalânî, Fethu'I-Bâri, Kahire 1348, sh. 197. Ayrıca Bedrüddin-i Aynî, Umdetü'l-Kari, İstanbul 1308, c. VI, sh. 485; Sahih-i Buharî, K. Tefsir, c. V, sh.178.

(18) İmam-ı Tahavî, Şerh-i Meani'1-Asar, Haydarabad 1333, c. IV, sh. 245.

 

 
  byeylemzayi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol